İşte geldim anne. Sana en sevdiğin çiçeklerden aldım. Bak! Rengarenkler, çok beklemedin değil mi annem? Gelirken sarmaşıklı yoldan geçtim, ayaklarıma dolaştılar. Zorlandım, birazda kinlendim etrafa. Giriş kapısında ki şişko adama da kızdım; ağzıma geleni saydım. Bugün çevre düzenlemesi yapacaklarmış kimse giremezmiş de miş miş işte. Neyse sen nasılsın? Benim engin gönüllü sonbahar çiçeğim. Uzun zaman oldu kollarının arasına alıp "oğlum" diyerek alnımdan öpmeyeli, sen beni öylesine sıkı sararken kollarının arasında, sesini duyardım yüreğinin. Acaba ben kollarının arasında yokken de aynı güzellikte atar mıydı kalbin? Bazen yokluğun o kadar içime işliyor ki kendi varlığımı unutuyorum. Ruhsuz beden yığınlarının içerisinde kendimi o kadar yalnız hissediyorum ki nefes almak zor bir iş gibi geliyor ve paydos zilini bekliyorum. Bugünün bir özelliği var annem hatırladın mı? Sus söyleme, olurda kimsesiz ruhlar duyarda kıskanırlar bizi? Hani bir gece uyuyamamıştım da sen bana bir masal anlatmıştın; şu yüreğini kaybeden anne masalı. Dur birde ben anlatayım ama benim masalımda yüreğini çocuk kaybediyor, bak iyi dinle.
Günlerden bir gün, devirlerden bir devir sevginin sırtta sermaye olduğu bir zamanda bir anne ile kızıl saçlı haylaz mı haylaz çocuğu rüyalar ülkesinde sakin, huzur dolu evlerinde yaşarlarken bir karanlık bulut topluluğu üzerlerine üşüşmüş, korkmuşlar anne ile çocuk! Ağlamışlar her gece, o kadar üzülüp ağlamışlar ki gözyaşları bir sel olup yıkmış rüyalar ülkesini ve yapayalnız kalmışlar, artık ne rüyalar ülkesi, ne huzur dolu bir ev nede rüyalar kalmış onlara. Sonra bir gün çocuğun annesi çok hastalanmış gezdikleri diyarlarda kimseler çare bulamıyorlarmış derdine ama bir gün siyahlar giymiş bir adam çıka gelmiş ve çareyi küçük çocuğun kulaklarına fısıldamış. Çocuk önce gülümsemiş sonra siyahlı adam bir şeyler daha söyleyince o an çocuğun kızıl saçları kar beyaz kesilmiş. Anne çocuğuna sarılıp beraber ağlamışlar, ağlamışlar, ağlamışlar o kadar ağlamışlar ki gözyaşları bir sel olup yıkmış etraflarındaki her şeyi. Üzgün anne yavrusunun kollarının arasına alıp siyah giyen adamın ne söylediğini sormuş. Saçları ağarmış çocuğun o küçük dudaklarından ince bir hüzün şarkısı dökülüvermiş; siyahlı adam annesinin iyi olmasını istiyorsa kendi kalbini yerinden çıkarıp altın bir kapta annesine sunmasının gerektiğini söyleyince gülümsemiş, ama kalpsiz, siyahlar giyen adam "şimdi senin yüreğini çalıyorum!" deyince kızıl saçlarına aklar düşmüş. Birbirlerine sarılıp tekrar ağlamışlar ve küçük çocuk hasta annesini rüyalar ülkesinde bırakıp kalbini bulmak için yollara düşmüş; aramış, aramış, aramış. en sonunda enginler kadar derin bir vadinin kuytusunda siyahlar giymiş adamı bulmuş, çekip tahta kılıcını tam sırtına saplamış kalpsiz adamın ve ondan çaldığı yüreğini kanlı elleriyle avucunun içerisine alıp haykırmış gökyüzüne bir kahraman edasıyla. Sonra ülkesine, annesini bıraktığı şehre dönmüş kalbini altın bir tabakta sunmak için!
Ama artık çocuğun kollarının arasına girip, kalbinin sesini dinleyeceği, hüzünlenince beraber ağlayacağı, doğum gününde karanfiller, papatyalar alacağı annesi yokmuş geride ak bir yazma, bir tespih bir de kokusunu bırakmış.
Bugün senin doğum günün annem, bugün senin doğum günün ve aramızda üzerine yığılı kara toprak var. Kulaklarımı göğsüne dayadım, kalbinin atışlarını buradan da duyabiliyorum kokun hala burnumda, artık gözyaşı yok annem rüyalar ülkemizi kimse yıkamayacak doğum günün kutlu olsun sevgili annem!